80’ lerin Müzikal Yolculuğu…
Hayat
kimseye adil davranmıyordu… 80’li yıllarda çocukluğunu ve ergenliğini yaşayanlar
içinde durum farklı sayılmazdı. Ama burada bu yazının amacını belirtmekte fayda
var. Bu yazı 80 öncesi ya da sonrasındakiler için hayat ne kadar olumlu ya da
olumsuzdu demek değil; o yıllara ve müziğine bir çocuğun ve ergenin gözünden bakabilmek…
12
Eylül’ ün hemen ertesiydi; o yıllarda bir şehirden diğerine gidilirken
özellikle şehre giriş çıkışlarda kontrol noktalarından geçilir otobüs
durdurulup kimlik kontrolü yapılırdı. Yine böyle bir yolculuk sırasında annem
ile beraberdik ve aynı işlem gerçekleşiyordu. Annem nüfus cüzdanlarını
hazırladı bekliyorduk. Gelen asker : ‘’ – Çocuğunkine gerek yok! ‘’ dedi. Çok bozulmuştum.
Çocuk olup da büyüyemediğimden mi bir an önce büyümek adam yerine konmak
istediğimden mi bilemeyeceğim… Çocukluk işte!
Ama o gün pencere kenarından martıları ve uçurtmaları seyrederken
bunları düşünmüştüm. Yıllar sonra dönüp bakınca o zaman büyüklerin yerinde olmak
istermiydim? ASLA! Gerçi artık kimlik kontrolüne bile gerek yok. George Orwell
‘ ın 1984 romanındaki Büyük Birader Bizi İzliyor önce yarışmalarda kullanıldı
ardından mobese kameraları ile şehirlerdeki suçluları yakalamak için kullanılıyor.
Kredi kartı numaralarından bilgisayarların İ.P. numaralarına, e-mail
adreslerine kadar her yerden her yönden takip edilebilme imkânına sahibiz…1980’
lerin kimlik kontrolü farklı açılardan farklı biçimlerde yine bizleri izliyor…
1980’lerin
müzikal kimliğine gelecek olursak, açılışını siyah-beyaz televizyon ekranında
Hasan Mutlucan ve kahramanlık türküleri yapmıştı. Ancak ülkenin geçirdiği
değişimle beraber türkülerin yerini acı dolu arabesk alıyordu. Aslında doğu ile
batı arasında sıkışmamızın bir sonucu olarak kökeni 70’ li yıllara dayanan ve
şehrin varoş kesimine hitap eden bir müzik türü o çevreye ait kahvehanelerde,
minübüslerde dinlenirken 80’ lerle beraber tüm ülkeye yayıldı. 70’ li yıllarda
Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Neşe Karaböcek, Esengül gibi şarkıcılar bu tarzda
eserler veriyordu. 80’ li yıllarla beraber İbrahim Tatlıses’ ten Müslüm Gürses’
e, Bergen den Tüdanya’ ya, Kibariye den
Gülden Karaböcek’ e, Küçük Emrah’ tan Küçük Ceylan’ a kadar her boydan her
yaştan kişi arabesk söyler hale gelmişti.
Eğer
bu bir yolculuksa üç ana mola yeri ya da durağı olacak gezinin, bunlar; parke
taşlı çay bahçeleri, gıcırdayan tahta sandalyeler ve açık hava son olarak
denizyıldızlı begonvilli sayfiye yerleri…
Parke
Taşlı Çay bahçeleri…
Kırkikindi
yağmurları bitince ilkyaz gelirdi. Ailece çay bahçelerine gidilir; akasyalar,
salkımsöğütler, çınar ağaçlarının gölgesinde sardunyalar, papatyalar, ful
baharlar, akşamsefaları mis gibi kokan hanımeli ve leylaklar arasında büyük
beyaz işlemeli demir koltuklar ile ( o zaman ferforje denmiyordu! ) mermer
masalarda oturulurdu. Aynı zamanda piyasa yeriydi bahçeler; genç kız ve
erkekler göz göze gelir, çocuklar bisiklete biner, oyun oynarlardı. Parke
taşlar günün yakıcılığı tozu toprağı almak için hortumla yıkanır, hoparlörden
içerdeki pikaptan yükselen neşeli-eğlenceli pop 45 ‘ lik plaklar yankılanırdı.
70’ li yıllarda durum böyle iken 80’ li yıllarla beraber önce kasete geçildi
sonrasındaysa pop’ un yerini, başını Ferdi Özbeğen’ in çektiği; Ümit Besen,
Nejat Alp, Arif Susam ve muadili piyanist şantörler aldı.
Bir
diğer kol ise başını Yıldırım Gürses’in çektiği Türk Sanat Müziğini çok sesli
hale getirme çabasıydı; bayan şarkıcılarda Emel Sayın, Yüksel Uzel, Samime Sanay,
Muazzez Abacı ve Müşerref Akay ( Tezcan ) ; erkek şarkıcılarda ise Yıldırım Gürses,
Metin Milli, Faruk Tınaz ve Zekai Tunca 80’ ler de sesleriyle çay bahçelerini
ve yaşamımızı doldurdular.
Pop
müzikten ise Nükhet Duru ve Erol Evgin Türk Sanat Müziğine geçiş yaparlar
ardından Ajda Pekkan dan Nilüfer’e, Zerrin Özer’ den Yeliz’ e tüm popüler müzik
söyleyen sesler alaturka ve arabesk e yönelir. Sezen Aksu ise ‘’ Firuze ‘’ ile
örtülü arabesk e yelken açar.
Gıcırdayan
Tahta Sandalyeler Ve Açıkhava…
Bir
başkaydı yazlık sinemalar… Tüm günün yorgunluğu, sıcaklığı püfür püfür esen
gecelerde; gıcırdayan tahta sandalyelerde çekirdek ve patlamış mısır yenilip
gazoz içilerek, iki film birden izleyerek atılırdı. Genellikle kış sezonunda
çok tutulan iş yapan filmler yazın tekrar gösterime sokulurdu. Görsel bir
şölendi sinema özelliklede müzikal filmler… Grease, Flashdance, Dirty Dancing,
Lambada, Fame… Irene Cara Flashdance filminin soundrack ‘ ı ‘’ What A Feeling ‘’ ile sinemalarda eserken
Fame dizisinin aynı adlı müziğiyle de televizyondan 80 gençliğine ulaşır.
Şüphesiz
bir başkaydı denilebilecek 80’ li yıllar özelliği tiyatro sahnelerinde
müzikaller dönemidir. Aslında kökeni opera ve operetlere dayanan müzikaller
cumhuriyet döneminde Lüküs Hayat operetiyle başlamıştı ardından Kiss Me Kate,
Damdaki Kemancı, My Fair Lady, Sokak Kızı İrma, Keşanlı Ali, Hair gibi denemelerde
yapılmıştı. Ama 80’ ler de yıldız oyuncuya dayalı parodi ve skeçlerin süslediği
bu dönem Şan Tiyatrosu ve Egemen Bostancı ile anılır. Önceki yıllarda işçi
tiyatroları, slogana yönelik tiyatroların yerine müzikaller gelmiştir. Çünkü
artık kimse fazla düşünmeden gülüp eğlenerek yaşananları halının altına süpürüp
unutarak rahatlamak istemektedir. Dolayısıyla Egemen Bostancı ve müzikalleri
topluma ilaç gibi gelir.
Yedi
Kocalı Hürmüz, Geceye Selam ve Hisseli Harikalar Kumpanyasıyla başlayan bu
dönem oyunları Erol Evgin ile Şen Sazın Bülbülleri; Nükhet Duru ile Merhaba Müzik, Carmen, Saz mı
Caz m; Emel Sayın ile Neş’e –i Muhabbet, Sezen Aksu ile Aile Gazinosu ve Bin
Yıl Önce Bin Yıl Sonra; Ajda Pekkan ile Büyük Kabare ve Süperstar83 ile devam eder. Ayrıca yine bu dönemde Hababam
Sınıfı müzikali ve Artiz Mektebi seyirci ile buluşan oyunlar olur. Yedi Kocalı
Hürmüz, Geceye Selam ve Hisseli Harikalar Kumpanyası plak olarak; Şen Sazın
Bülbülleri ise kaset olarak müzikleriyle dinleyicisine ulaşır.
Bütün
bunların yanında daha avangart projelerde çıkmaktadır. Gülriz Sururi – Engin
Cezzar tiyatrosu Kaldırım Serçesi ve Cabaret müzikalleri; Gencay Gürün ‘ ün
şehir tiyatroları genel sanat yönetmenliğine gelmesiyle sahnelenen Evita müzikali
yine bu dönemde perde açar. Deniz Türkali, Füsun Önal, Ruhsar Öcal, Nurseli
İdiz ve Zuhal Olcay Eva Peron ‘ u dönüşümlü olarak oynarlar. Bu proje sonrası
oyunculuğundan sonra şarkıcı kimliği ile de bizimle olacak Zuhal Olcay 80
sonlarında ilk albümünü yayınlar.
Zeki
Alasya – Metin Akpınar – Haldun Taner Devekuşu Kabare Tiyatrosu ise Yasaklar,
Beyoğlu Beyoğlu ve daha birçok oyunları ile 80’ li yıllara damgalarını
vururlar. Ferhan Şensoy ile Ortaoyuncular Şahları da Vururlar adlı oyununda
Mazhar – Fuat –Özkan ‘ ın Fuat ve Özkan ‘ ı hem oyunun müziklerini yapar hem de
oyunda rol alırlar. Grup Gün doğarken ve Hümeyra’nın rol aldığı İçinden Tramvay
Geçen Şarkı yine bu dönemde sahne alır. Muzır Müzikal adlı oyun ile de Şan
Tiyatrosu nasıl çıktığı belli ol(may)an bir yangın ile perdelerini mecburen
kapar.
Denizyıldızlı,
Begonvilli Sayfiye Yerleri…
Deniz
mevsimi geldiğinde sayfiye yerlerine, eğer memur çocuğuysanız çoğunlukla da
kamplara gidilirdi. Palmiyeler, mimoza, karabiber ağaçları zakkumlar; Japon gülleri,
ortancalar, begonviller, yaseminler… Vita tenekelerine dikilen fesleğenler, hiç
susmayan cırcır böcekleri… Kedi tırnakları, günebakanlar güneşe açarken iyot
kokusu ciğerlere çekilirdi… Denizin kumlar üzerine getirip bıraktığı denizyıldızları
– kabukları ve çakıl taşları özenle toplanır, yazdan hatıra olarak evlerde
saklanır ya da sergilenirdi.
Tonton
politikacı yıllarıydı; çok katlı alışveriş merkezlerine geçmiştik, daha fazla
alışveriş yapmalı daha fazla tüketmeliydik. Evlere çok katlı müzik setleri
alınınca emektar teyplerde yazlıklara göç etmişti. Plajlarda walkman
dinleniyor, gazinolarda langırt oynanıyordu. Boyalı basın arka sayfa
güzellerine yelken açıp özel olarak bu tarz gazeteler çıkarken; cinsellikte
gazete ve dergilerin vazgeçilmezi oluyordu. 70’ lerin Hey dergisi yarı yerli
yarı yabancı pop müzik ile kapanıncaya kadar yoluna bu şekilde devam ederken
80’ lerde Blue Jean dergisi yarı acid yarı metal bir anlayışla yaşamımıza
giriyordu.
Bir
grup gençlik disko da Madonna, Michael Jackson, Duran Duran, Donna Summer,
Culture Club, Modern Talking, Alphaville, Cool & Gang, Laura Brinnigan,
Sandra, Wham ve ondan ayrılan George Michael şarkıları ile dans ederken diğer
bir grup ise dolunay deniz üzerinde yakamozlar çizerken sahilde ateş yakıp,
gitar eşliğinde, Eagles, Suzanne Vega, Phill Collins, Sting, M.F. Ö, Yeni
Türkü, Gün doğarken, Bülent Ortaçgil ve Fikret Kızılok şarkılarını hep bir
ağızdan söylerdi.
Türk Popüler
müziği ise tam bir karmaşa içindeydi. Yurt dışı bağlantısı Eurovision yarışması
sayesinde yürüyordu ki Eurovision aslında bir başka yazının konusu olabilir…
Ama Eurovision’un katkısı yeni isimler ve gruplar üzerine olur. Harun Kolçak,
Aşkın Nur Yengi, Yonca Evcimik, Jale, Seden ( Kutlubay ) Gürel, Sertab Erener, İzel,
Çelik, Reyhan Karaca, Tülay Saygıner ( Asya) ,Rüya Ersavcı, Emel – Erdal
ikilisi ( ki sonra yollarına ayrı ayrı devam ettiler ) yarışma sırasında Grup
Denk adını alan ama sonra Oya&Bora olarak yollarına devam eden Oya&Bora
ikilisi 90 lar da ki pop patlamasında ortaya çıkan isimlerdi ve hepsi 80’li
yıllarda bu yarışmadan geçmişlerdi. Ayrıca Eurovision yarışmasına katılmadan
önce kurulan 60’lı ve 70’li yılların popüler şarkılarıyla çıkış yapan Beş Yıl
Önce On Yıl Sonra grubu yarışmaya katıldıktan ve birkaç albüm yaptıktan sonra
dağıldı.
Eurovision
yarışmasıyla tanınan ama albümünü 80 sonlarında çıkaran Ayşegül Aldinç, daha
önce Nur Belda adıyla birkaç 45’lik çalışması yapan ama asıl ününü 80’lerde
Sultan – i Yegâh ve Elde Var Hüzün albümleriyle yapan Nur Yoldaş ve müziğe pop
ile başlayıp alaturka ile devam eden Yasemin Kutsi 80’lerin bayan
şarkıcılarıydı. Erkeklerde ise Erdem Alkın, Coşkun Demir ve Neco başı
çekiyordu.
70’lerin
protest ya da muhalif tarzda müzik yapan şarkıcıları 80’li yıllarda dergilerde
özgün müzik gibi bir başlıkta yer buluyorlardı kendilerine… Bu dönemde bayan
şarkıcılarda Leman Sam ve Banu başı çekiyordu. 70’lerde Zafer – Banu – Hülya
üçlüsünden bildiğimiz ve birkaç 45’liği olan Banu Bir Demet Müzik ve
Anlatamıyorum albümleriyle listelere girerken erkekleriyse Ahmet Kaya, Tolga
Çandar ve Fatih Kısaparmak temsil ediyordu. Gruplarda ise Ezginin Günlüğü ve
Grup Yorum bu başlık altında yer alıyordu.
Son
Durak!
Yolculuk
bir yerden diğer bir yere giderken geçirdiğimiz zaman dilimi… Seyahat ederken
geçtiğimiz yerler hızla gözümüzün önünden akarken yavaşladığımızda gerçekliğini
tüm çıplaklığıyla gördüğümüz farkına vardığımız…
Korku
ve çelişki dolu yıllardı 80’ler, sadece ‘’ Ağlayan Erkek Çocuk Portresi ‘’ bile
tüm klişeliğine rağmen o dönemi yansıtır. Elektrik kesintileri, gazyağı kokulu
lambalar eşliğinde hatıra defterlerine yapılan kenar süsleri, bol yapıştırmalı
anket defterleri… Sokağa çıkma yasaklarında okunan Behrengi, Kemallettin Tuğcu
kitapları, çizgi romanlar… Mahalle bakkallarında teneke camekânlı kutularda
satılan kremalı, fındıklı büskiviler süpermarketlerde jelatinli ve hijyenik
büskiviler e dönüşürken; gündüzleri pilli radyoda dinlenen çocuk bahçesi,
arkası yarınlar… Akşam ‘’ rap rap’’ sesiyle açılıp kapanan televizyonda izlenen
eğitici – öğretici programlar… Pazar günleri ödev yetiştirme kaygısıyla izlenen
Hayley Mills, kovboy filmleri ardından Hikmet Şimşek ve Pazar konseri… Tek
seslilik! Önce siyah – beyaz fotoğraflar ardından sinema ve en sonunda
renklenen televizyon… Artan kanal sayıları azalan içerik ve programlar…
Yitirilen
maneviyat çoğalan maddiyat… ‘’ – Benim memurum işini bilir ‘’ diyen
politikacılarla legal hale gelen köşe dönmecilik, kolaycılıkla yetişen
genleriyle oynanmış kimliksiz ve depotilize kuşaklar…
Bayanlarda
yastık gibi vatkalar, kelebek tokalar, yarasa kollu bluzlar, tabela kemerler;
erkeklerde ince kravatlar, boru paça pantolonlar, espardil ayakkabılar… Kendini
hissettiren marka tutkusu… Beta – VHS videokasetler, atari, gamewatch tüketim
çılgınlığı…
Disko,
New vave, funky, electronic alt yapılı müzikleriyle 80’li yıllara yeniden dönüş
yaşanıyor; tıpkı ilk sevgili ya da eski bir dosta, arkadaşa rastlamak gibi… Ama
sadece müzik türleriyle sınırlı kalsa siyasi ve moda atmosferine geri dönmesek
diye iç geçirmeden de edilmiyor…
Elbette
80’ler müzikleri – müzikalleri bu anlatılanlardan ibaret değil; unutulan
isimler, anımsanmayan olaylar kalmış olabilir… Hatırlananlar büyük bahçedeki
çiçekler, ayrık otları, dikenlerden oluşan bir buketti ve yolculuk sona ererken
dillerde Murathan Mungan’ın Yeni Türkü’ye verdiği şarkı sözü ‘’ Biz Büyüdük Ve
Kirlendi Dünya ‘’ ya da bitmeyen kısırdöngü; Elveda Masumiyet Hoş geldin Hüzün…
Bu yazı daha önce gazeteport.com ve Birgün
gazeteinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder